Filistin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Filistin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ekim 2025 Cuma

YENİ DÖNEMDE TÜRK DIŞ POLİTİKASI: TEMASLARIN STRATEJİK HARİTASI

 

2025 yılı itibarıyla Türkiye’nin dış politika gündemi, bölgesel krizlerin yoğunlaştığı bir dönemde dikkat çekici bir diplomasi trafiğine sahne olmaktadır. Özellikle Gazze merkezli gelişmeler, Suriye ve Avrupa ile yürütülen temaslar, Ankara’nın çok yönlü dış politika stratejisini yeniden tanımlama çabasını ortaya koymaktadır.

Filistin Meselesi ve İslam Dünyasıyla Koordinasyon

Türkiye’nin son dönemdeki diplomatik temaslarının merkezinde Gazze yer almaktadır. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi nezdindeki görüşmeleri, Türkiye’nin Filistin meselesinde diplomatik baskı kurma stratejisini güçlendirme amacını taşımaktadır. Bu temaslar, Türkiye’nin yalnızca insani söylemle değil, aynı zamanda uluslararası hukuk ve diplomatik mekanizmalar üzerinden hareket ettiğini göstermektedir.

Suriye ile İlişkiler: Güvenlik ve Mülteci Boyutu

Ankara’da gerçekleşen Türkiye-Suriye görüşmeleri, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin geliştirilmesine yönelik önemli bir adımdır. Görüşmelerin içeriğinde sınır güvenliği, terörle mücadele ve mülteci meselesi gibi başlıkların öne çıktığı anlaşılmaktadır. Bu süreç, Türkiye’nin bölgesel istikrarı önceleyen bir güvenlik mimarisi kurma arzusunu yansıtmaktadır.

Avrupa ile Temaslar: Yaptırımlar, Göç ve Enerji

Türkiye’nin İtalya, İrlanda ve Almanya gibi Avrupa ülkeleriyle yürüttüğü temaslar, hem Gazze bağlamında hem de göç ve enerji politikaları açısından önem taşımaktadır. Avrupa’nın İsrail’e yönelik tutumunda yaşanan kırılmalar, Türkiye’nin diplomatik söylemini daha etkili kılmakta; aynı zamanda enerji arz güvenliği ve göç yönetimi gibi konularda iş birliği zeminini genişletmektedir.

Çok Taraflılık ve Yeni Dış Politika Dili

Türkiye’nin son dönemdeki diplomatik hamleleri, klasik ikili ilişkilerin ötesine geçerek çok taraflı platformlarda etkin bir pozisyon alma çabasını yansıtmaktadır. BM Genel Kurulu, İİT, Arap Ligi ve bölgesel zirveler üzerinden yürütülen temaslar, Türkiye’nin normatif söylemle reel politikayı dengeleyen bir dış politika dili geliştirdiğini göstermektedir.

22 Ağustos 2025 Cuma

FİLİSTİN MESELESİ VE ÇİFTE STANDARTLAR: BATI’NIN VİCDANI NEREDE?

 

FİLİSTİN MESELESİ VE ÇİFTE STANDARTLAR: BATI’NIN VİCDANI NEREDE?

Filistin adı duyulunca insanın kalbinde bir şeyler titrer. Açlıktan yorgun düşmüş her yaştan bedenler ve özellikle açlığa dayanamayıp bayılan ve hayatını kaybeden yaşlılar ve çocuklar, evleri yapılan bombalamalarla başına yıkılanlar ve en trajiği ise elinde emziğinden başka bir şey olmayan çocukların İsrail askerleri tarafından barbarca katledilmesidir. Daha da trajik olanı nedir diye sorarsınız o da dünyanın gözü önünde bu kadar vahşet yapılırken Müslüman ülkelerin, kendilerini süper güç olarak tanımlayan ya da medeni olarak pazarlayan Avrupalı devletlerin ses çıkarmamasıdır. İşte ben bu vahşete ve dünyanın vahşetler karşısında sessiz kalmasına herhangi bir tanım bulamadım. İsrail’in barbarlığına karşı dünya resmen kör, sağır ve dilsiz olmuş. Bebekler, çocuklar, yaşlılar, suçu ve günahı olmayan siviller ve yerleşim yerleri, hastaneler, ibadethaneler, okullar her yer bilerek istenerek hedef alınarak İsrail askerleri tarafından vurulmaktadır. Dünyanın gözü önünde soykırım yapılmaktadır. Fakat dünya her zaman ileri sürdüğü “İnsan Hakları”nı, Filistin’e gelince uygulamamaktadır.

Sahi “İnsan Hakları” kavramı gerçekten evrensel mi? Batı’nın hiç dilinden düşürmediği özgürlük ve adalet söylemleri ile İsrail’in, Filistin’de uyguladığı katliamlar ve soykırımlara karşı Batı’nın takındığı tavır ve yaklaşımları arasında bir uçurum yok mu?

Yazıma şöyle devam edeyim ki sorduğum soruyu da bir nebze cevaplamış olayım. Dünya özellikle Amerika ve Avrupa Filistin meselesine karşı net bir duruş sergileyememesinin yanında Rusya – Ukrayna Savaşı’nda, Rusya’ya güçlü yaptırımlar uygulanmış ve Ukrayna’ya destekler verilmiş ve halen daha bu verilen destekler devam edilmektedir. Aynı Avrupa onlarca yıl süren Filistin’in işgali karşısında sessiz kalmış ve yapılan katliamlara ve soykırıma göz yummuş ve halen daha bu tutumlarına devam etmektedirler.

Buradan çıkan sonuca göre demek ki insan hakları evrensel değilmiş, özgürlük ve adalet kavramları mazlum ülkelere orada yaşayan! Mazlum milletlere uygulanmıyormuş. Bu nedenle çifte standart uygulanıyormuş. Bu durum Batı’nın aylardır süren Ukrayna’nın ve Filistin’in işgallerine olan yaklaşımlarından bariz anlaşılmaktadır.

Hatta dünya basınında Filistin’in başına gelen olaylar ile Ukrayna’nın başına gelen olayların sunuş biçimleri bile farklılık göstermektedir. Bir tarafta işgale karşı “direniş” diye ifade edilirken diğer tarafta işgale direnenlere karşı “terörist” etiketi yapıştırılmaktadır.       

 

Anadolu Ajansı’nın haberine göre The Electronic İntifada Web Sitesinin Kurucusu, Gazeteci ve Aktivist Ali Abunimah’ın Batı Medyasının ikiyüzlülüğünü şu şekilde ortaya koymuştur:

“İsrail – Filistin çatışmasıyla ilgili haberlerde genel olarak kullanılan ifade “Filistin Sorunu”dur. Sanki burada Filistin bir sorun bir engel olarak lanse edilmiş ve İsrail’in katliamlarına meşruluk kazandırılmak istenmiştir. Yine Batı Medyası, Filistinlilerin eylemlerini tanımlarken “Terörist, Militan, Roket Saldırıları” ifadelerini kullanırken, İsrail’in katliamlarına karşı ise “Meşru Müdafaa, Misilleme” gibi masumane ifadeler kullanılmıştır.”[1]

Fakat Rusya – Ukrayna Savaşında ise Batı Medyası bu savaşı neredeyse anlık olarak aktarmış ve sivil kayıplardan bahsederek Ukrayna’da yaşananları “İnsani Dram” olarak manşetlerine taşımıştır. BBC, CNN International, Washington Post, The Guardian, NewYork Times Reuters gibi Batı Medyası Ukrayna’da hayatını kaybeden çocuklar için “Rusya tarafından öldürülen çocuklar” ibaresini kullanmaktan çekinmezken aynı konu Filistin’deki çocuklar olunca sadece “öldü” ibaresini kullanması Batı Medyasının ikiyüzlülüğünü resmen göstermiştir.[2]

Batı’nın medyası ikiyüzlülüğünün yanı sıra Uluslararası Kurumların Tutarsızlığı da ayrı bir sorun teşkil etmektedir. Özellikle Birleşmiş Milletler Kararları ve İsrail’in uygulamaları arasındaki uçurum yine Avrupa Birliği’nin retorik olarak barış yanlısı olması fakat fiiliyatta etkisiz bir tutum izlemesi Filistin’de yaşananlara karşı ne kadar duyarlı! olduğunu gözler önüne sermektedir.

Birleşmiş Milletlerde İsrail – Filistin Meselesinin Çözümüne yönelik adımlar atılmış olsa da İsrail bu atılan adımların hiç birisini uygulamamıştır.

Özellikle 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren İsrail tarafından Filistin’e yönelik başlatılan katliamlar sebebiyle dünyanın gözü Filistin’e çevrilmiş ve birçok sivilin katledilmesiyle uluslararası toplum harekete geçmiştir. Bununla birlikte 17 Ekim 2023 tarihinde 15 üyeli Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Rusya’nın sunduğu İsrail – Filistin çatışmasıyla ilgili karar tasarısının oylanmasıyla üst seviyeye ulaşmıştır.[3]

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın hazırladığı yayına göre ise:

“Ateşkes çağrısının reddedilmesi, uluslararası toplumda tepkilerin daha da büyümesine neden olmuştur. 28 Ekim 2023 tarihinde, 193 üyeli Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10. Acil Özel Oturumunda, Gazze’de yaşanan vahşetle ilgili sunulan “Sivillerin Korunması ve Yasal ve İnsani Yükümlülüklerin Yerine Getirilmesi” başlıklı karar tasarısı, geniş bir destekle kabul edilmiştir.”[4]  

Ayrıca:

“15 Kasım 2023 tarihinde BM Güvenlik Konseyi tarafından Gazze’de süren çatışmalara “acil ve uzatılmış ara verilmesi” talebinin yer aldığı karar tasarısı kabul edilmiştir. Bölgede şiddetini giderek arttıran insani yardım sorusuna yönelik olarak 22 Aralık 2023 tarihinde Gazze’de genişletilmiş insani yardımların kesintisiz ve güvenli erişimi için “acil adım atılması” talep edilen karar tasarısı BM Güvenlik Konseyi’nce kabul edilmiştir. 15 üyeli BM Güvenlik Konseyi’nin geçici  üyeleri Cezayir, Ekvator, Guyana, Japonya, Malta, Mozambik, Güney Kore, Sierra Leone, Slovenya ve İsviçre tarafından hazırlanan, Gazze’de kalıcı ve sürdürülebilir ateşkese dönüşecek şekilde, ramazan ayında acilen ateşkes sağlanmasının talep edildiği karar tasarısı, 25 Mart 2024’te oylanmış ve kabul edilmiştir. İsrail’in Gazze Şeridi’ne başlattığı saldırılardan bu yana Güvenlik Konseyi’nin ilk açık ateşkes çağrısı olma özelliğini taşıyan kararda, sivillere ve sivil nesnelere yönelik tüm şiddet, düşmanlık ve terör eylemleri şiddetle kınanmıştır. 5 Nisan 2024 tarihli BM İnsan Hakları Konseyi’nin 55. Oturumunda “Doğu Kudüs Dahil İşgal Altındaki Filistin Topraklarında İnsan Hakları Durumu ve Hesap Verebilirlik İle Adaleti Sağlama Yükümlülüğü” başlıklı karar tasarısı oylanmıştır. Türkiye’nin de ortak sunucuları arasında yer aldığı ve İslam İşbirliği Teşkilatı tarafından sunulan karar tasarısı, 47 üyeli konseydeki oylamada 28’e karşı 6 oyla kabul edilmiştir. Oylamada 13 ülke çekimser kamıştır.”[5]

Görüldüğü üzere Birlemiş Milletlerde alınan kararlara rağmen İsrail tam tersi bir tutum izlemiş ve katliamlarına devam etmiştir. Birleşmiş Milletler ise bu konuda sadece tasarı hazırlamak ve kınamaktan öte bir yaptırım uygulamamıştır. Ancak aynı şeyi Rusya – Ukrayna Savaşı’nda söylemek mümkün değildir. Bu savaş başladığı andan itibaren Rusya’ya çeşitli ambargolar uygulanmış ve Avrupa Devletleri net bir tavır sergileyerek Ukrayna’ya her türlü yardımlarda bulunmuşlardır. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri, Rusya – Ukrayna Savaşı’nda resmen tarafken İsrail – Filistin meselesinde, Gazze’de katledilen çocuklar için net bir tavır sergilememiştir. Hatta BM toplantılarında alınan kararlarda hep ret oyu kullanmıştır.

Bu durum başta Amerika gibi devletlerin ve Birleşmiş Milletlerin ne derece adil ve güvenilir olduğunun sorgulanması gerektiğini bir kez daha ortaya koymuştur. Uygulanan bu çifte standart insanlık adına utanç vesikası olarak tarihe geçmiştir. Üstelik BM Milletler haricinde Güney Afrika’nın açtığı soykırım davasında Uluslararası Adalet Divanı, İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonlarını durdurması gerektiği ile ilgili hüküm verirken yine de hüküm uygulanmamış ve uluslararası toplum Filistin konusunda işlevsiz kalmıştır.

İsrail ne BM Tasarısı Kararlarını ne de Uluslararası Adalet Divanı kararlarını uygulamayarak uluslararası hukuku da hiçe saydığını göstermiştir. Böylece Dünya’nın gözü önünde yapılan katliamlar ve soykırım süreci İsrail’in hukuk tanımazlığı ile birlikte devam etmektedir. Ne yazık ki Batı Medyası ve devletleri bu hukuksuzluğa da ses çıkarmamakla bu katliamlara ortak olmaktadırlar.

Aynı tutumu Ukrayna meselesinde takınmayan en başta Batı medyası ve devletlerine şu soruyu sormak gereklidir. “Vicdan coğrafi midir?”

Yine bu kadar Müslüman ülke varken ve kardeşleri Filistin’de katledilirken “Rahat uyumak caiz midir?”

Bu soruların cevaplarının hakkaniyetle verildiği gün Filistin’in kurtulduğu gündür.

 



[1] Gülçin Kazan Döger, “Batı Medyası Kullandığı Dil ve Anlatımla İsrail’in İşlediği Suçların Üstünü Örtüyor”, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/bati-medyasi-kullandigi-dil-ve-anlatimla-israilin-isledigi-suclarin-ustunu-ortuyor/3247518#, Erişim Tarihi: 05.08.2025.

[2] Hilal Ceren Kara, “Batı Medyası Bildiğiniz Gibi: Ukrayna’da İnsani Dram, Gazze’de Terörle Mücadele”, Kriter Dergisi, https://kriterdergi.com/dosya-filistin-2/bati-medyasi-bildiginiz-gibi-ukraynada-insani-dram-gazzede-terorle-mucadele, Erişim Tarihi: 06.08.2025

[3] “Filistin Davamız”, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Yayınları, İstanbul, 2024, s.375.

[4] “Filistin Davamız”, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Yayınları, İstanbul, 2024, s.375

[5] “Filistin Davamız”, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Yayınları, İstanbul, 2024, s.377.

1 Aralık 2024 Pazar

KAYBEDİLEN CEPHEDE KAZILAN ZAFER

 

Mustafa Kemal’in Suriye – Filistin cephesine gönderilmesiyle beraber orada yaşanan olaylarla ilgili hep bir takım görüşler ortaya atılmıştır. Mustafa Kemal bu cephede başarılı mı oldu? Yoksa tek kurşun atmadan bu cephedeki mücadeleleri kayıp mı etti? Bu yazımda bu soruların cevaplarını vermeye çalışacağım. Bu cevabı vermek için bana ayrılan köşe yeter mi bilmiyorum. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’nda en uzun süre devam eden ve en çok kayıp verdiği tek meydan muharebesinin yapıldığı cephe, Filistin olmuştur. Bu yüzden bu konu aslında başlı başına bir araştırma makalesi olmalıdır. Fakat bu konuya köşemde özetleyebildiğim kadar kısa tutmaya çalışacağım.  

Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Ankara Yolu Dergisi’nin 2013 yılında 51. sayısında Cemal Kemal, “Nablus Meydan Muharebesi’nde Mustafa Kemal” adlı makalesinde bu konuyu çok iyi bir şekilde araştırmıştır. Bende onun özet kısmını aynen alıntı yaparak köşe yazıma başlıyorum. 

“Filistin Cephesi’nde yaşanan Nablus Meydan Muhaberesine gelmeden önceki süreçteki yaşanan çarpışmalar şunlardır: Birinci ve İkinci Kanal Harekâtları, Birinci, İkinci, Üçüncü Gazze Muharebeleri, Kudüs Muhaberesi, Birinci ve İkinci Şeria Muharebeleri olmuştur. Mustafa Kemal ise 5 Temmuz 1917’de Filistin’de yeni oluşturulan Yıldırım Ordular Grubunun 7. Ordu Komutanlığına atanmış fakat bu grubun komutanı olan eski Almanya Genelkurmay Başkanı Mareşal Falkenhayn ile anlaşamamıştır. Bunun üzerine 2 Ekim 1917’de istifa ederek, İstanbul’a gitmiştir. Mustafa Kemal, Filistin Cephesi’nde durumun kritikleşmesi üzerine, bizzat Padişah VI. Mehmet Vahdettin tarafından 5 Ağustos 1918’de tekrar 7. Ordu Komutanlığına atanmıştır. İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nu Birinci Dünya Savaşı’nın dışında bırakmak amacıyla, Filistin Cephesi’nde kesin sonuç almayı planlamıştır. Filistin Cephesi’nde Osmanlı’nın batıdan – doğuya doğru 8. 7. ve 4. Orduları tertiplenmişti. Avrupa Cephesi’nden Filistin Cephesi’ne atanan General Allenby komutasındaki İngiliz Ordusu, 19 Eylül 1918’de taarruza başlamış aynı gün 8. Ordu bölgesinden Yıldırım Ordular Grubunun cephesini yarmayı başarmıştır. Tarihe Nablus Meydan Muharebesi adıyla geçen bu savaş sonunda Cevat Paşanın 8. Ordusuyla, Mersinli Cemal Paşa’nın 4. Ordusu imha olurken, Mustafa Kemal Paşanın 7. Ordusu büyük zayiat vermesine rağmen düzenli bir şekilde geri çekilmeyi başarmıştır. Fakat Filistin kaybedilmiştir. İngiliz Ordusu ile isyan eden Araplar işbirliği yaparak Filistin’den sonra kuzey istikametinde takip harekâtını sürdürmüşler ve bunun sonucunda Ürdün ve Suriye’yi de işgal etmişlerdir.” (Cemal Kemal, “Nablus Meydan Muhabrebesi’nde Mustafa Kemal, Atatürk Yolu Dergisi, 2013, s.617)

Yıldırım Ordularının geri çekilişi Halep’e kadar sürmüş ancak süvari ve zırhlı vasıtalara sahip olan İngilizlere karşı direnişin burada da yapılamayacağı öngörülünce Halep’in dağlık bölgelerine konuşlanılmıştı. Böylece İngilizlerle Halep’te muharebeler olurken ayrıca İngilizlerle birlikte hareket eden Araplar ile Şerif Faysal’ın kuvvetleri de Halep’e saldırmışlardır. Bununla birlikte Halep’te bir kısım Araplarda silahlanarak bu isyancılara katılmış ve sokak çatışmaları başlatmışlardı. Ancak bu sokak çatışmalarını Mustafa Kemal kazanmış ve 7. Ordu kıtalarını Halep’in 5 km. kuzeyine çekmiş ve ordu karargâhını da Katma’ya nakletmişti. Katma, Afrin’in Racu Beldesidir. Mustafa Kemal, Katma yakınlarındaki bu beldeyi üs bölgesi olarak belirleyerek 7. Ordu Karargâhını ve bazı birliklerini burada konuşlandırmıştır. (Süleyman Hatipoğlu, “Birinci Dünya Savaşı Sonunda Mustafa Kemal Paşa’nın Afrin’deki (Katma ve Racu Faaliyetleri, s.651-652)

Kaybedilen Cephede kazanılan zaferi Celal Bayar’ın, “Bende Yazdım” adlı kitabında Mustafa Kemal’in şu sözlerine yer verilmiştir:

“Nablus Karargâhında ikinci defa 7. Ordu kumandanıyım. İlk işim çok üzücü ve yorucu seyahatlerle cepheyi dolaşmak ve vaziyeti tetkik etmek oldu. Bu teftiş neticesindeki kanaatim şu idi ki: Her şey bitmiştir. Yakın felakete mâni olmak ve esaslı tedbir almak müşküldü. İstanbul’dan çıkalı daha on beş gün olmamıştı. Yatağımda yatıyordum. Bir gün kurmay başkanım her vakit olduğu gibi bana o günün raporlarını okudu. Basit raporlar, her zamanki gibi… Yalnız, bu raporlar içinde bir nokta nazarı dikkatimi celbetti. Bir İngiliz esirinin ifadesi… Ve onun delâletiyle keşfettim ki bir veya bir iki gün sonra İngilizler, bütün cephe üzerinde ciddi taarruzlarını yapacaklardır. Biraz sonra kurmay heyetimi toplu olarak göreceğim dedim. Yataktan kalktım, giyindim, iş odasına giderek bir muharebe emri yazdırdım. Bu emirde; düşman 19 Eylül günü akşamı umumi taarruz yapacaktır diyor, buna karşı ordumca alınacak tedbirleri zikrediyorum. Bu emri, malûmat vermek için Grup Kumandanı bulunan Liman Von Sanders Paşa’ya gönderdim. Çok hürmet ettiğim bu zat benim raporlardan çıkardığım neticeyi uzak görmüş ve gülmüş. Bununla beraber ihtiyattan bir zarar gelmez diyerek bana da fazla bir şey söylemeye lüzum görmemiş… Ben, verdiğim emrin yanlış anlaşılacağını tahmin etmiştim. Bu sebeple düşmanın işaret ettiğim zamandaki taarruzunu çok dikkatle takip ediyordum. 19 – 20 Eylül gecesi kolordu kumandanlarını telefon başına çağırdım ve sordum: ‘Verdiğim emri ve ona göre icap eden tedbirleri aldınız mı?’ ‘Emirleriniz yapılmıştır.’ Cevabını verdiler. Ben daha telefon konuşmasını bitirmeden düşman topçusu hatlarımız üzerine ateş etmeye başladı. Gece muhabere ile geçti. Benim ordunun sağ kanadındaki ordu yarıldı, esir oldu. Ve boş kalan bu cepheden geçen düşman süvarileri, Liman Von Sanders’in karargâhını bastı. Hakikat anlaşılmıştı, fakat neye yarar? Ben, uzun tafsilat ile izah olunabilir müşkülat içinde nehirden geçerek, çöllerden aşarak ordumu Şam’a kadar getirebildim. Benim karargâhım Rayak’da, Liman Von Sanders Paşa’nınki Bâlebek’de idi. Gördüğüme göre Rayak civarında dağınık, intizamını kaybetmiş, maneviyatı bozulmuş birtakım insanlardan başka kuvvet denecek bir şey yoktu. Bunları, güvendiğim subaylar ve kumandanlar vasıtasıyla derhal toplayıp düzene sokturdum. Bu işleri yaptığım esnada bir taraftan da Rayak İstasyonunun kâmilen ateşe verilmesini emretmiştim. Bende şu kanaat belirdi: Bütün cephelerde ve bütün kuvvetlerde üzerinde emir ve kumanda kalmamıştır. Âdeta delice bir emir verdim. Bu emrin esaslı noktaları şunlardır: ‘Şam’da bulunan bütün kuvvetler, benim orada bıraktığım İsmet Bey’in emri altında ve Rayak havalisindeki kuvvetler Ali Fuat Paşa’nın kumandası altında kuzeye hareket edeceklerdir.’ Emrin ve suretini bütün kuvvetlerin kumandanı bulunan Liman Von Sanders Paşa’ya bilgi edinmek için gönderdim. Liman Von Sanders çok âlicenap bir tarzda: ‘Karar budur’ dedi. ‘Fakat ben nihayet bir ecnebiyim, bu kararı veremem. Ancak memleketin sahipleri verebilirler.’ O halde, dedim: Kararım tatbik olunacaktır. Kararım şu idi ki: ‘Ortada kalan 7. Ordu unvanı ve birçok enkaz… Bunları Halep’te, Suriye’nin kuzey ucunda toplamak, ondan sonra yeni karar almak.’ Ve bunu bizzat ben yapacaktım. Bahsettiğim kuvvetleri Halep’te topladım. Halep kumandanına verdiğim talimatta esas olan şu nokta vardı: ‘Bu akşam Halep ilerisindeki kuvvetleri geriye çekeceğim. Yarın Halep’in Batı Kuzeyinde İngilizler ve Araplarla muharebe edeceğim. Buna göre hareketinizi tanzim ediniz.’ Olaylar dilediğim gibi cereyan etti. Ertesi gün, sabahleyin benim kuvvetlerimin geri çekildiğini zanneden Arap ve İngilizler sevinçle taarruza başladılar ve tarafımızdan alınmış olan tertibat ile mağlup olup bozguna uğradılar. İşte orada bu zafer neticesi, bir hat tespit ve tahdit ettim. Ve kuvvetlerime emir verdim ki: Düşman bu hattın ilerisine geçmeyecektir. Ve nitekim geçememiştir. (Celal Bayar, Ben de Yazdım Milli Mücadeleye Gidiş, Cilt:1, Sabah Kitapçılık, İstanbul 1997, s.3 – 4)   

Böylece 26 Ekim 1918 günü gerçekten Türk askerinin geri çekildiğini sanan Araplar ve İngilizler saldırıya geçtiler. Fakat Mustafa Kemal Paşa’nın aldığı düzen karşısında mağlup olmuşlardı. Bunun neticesinde Mustafa Kemal Paşa, Halep’in kuzeyinde İngiliz Süvari Ordusunu ve asi Arapları 26 Ekim 1918 günü yaptığı Birinci Dünya Savaşı’nın son muhaberesi olan Katma Muhaberesinde perişan ederek düşman ordusunu bugünkü güney sınırımızda durdurmuş ve Toros Geçitlerini düşmana tamamen kapatmıştı. Ayrıca Mustafa Kemal’in kurmuş olduğu bu son savunma hattına defalarca taarruz yapılmışsa da bunların hepsi geri püskürtülmüş ve iki gün sonrada bu savunma hattının içerisine Antakya’da dâhil edilerek korumaya alınmıştı. (Hatipoğlu, “a.g.m.”, 652-654)    

Fakat düşman Anadolu’nun giriş kapısında durdurulmasına ve sağlam bir savunma hattı oluşturulmasına rağmen Osmanlı İmparatorluğu, Güney’deki bu tehdit sonucunda 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’ni imzalayarak teslim bayrağını çekmiştir.

Fakat milli mücadeleyi oluşturan çekirdek kadronun çoğu bu cephede savaşarak tecrübe kazanmış ve Mustafa Kemal liderliğinde milli mücadeleyi başarıya ulaştırarak bağımsız Türk devletini kurmayı başarmışlardır. 

20 Eylül 2024 Cuma

İSLAM İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI’NA AÇIK MEKTUP


 

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ  - Bismillahirrahmanirrahim.

Sayın İslam İşbirliği Teşkilatı’nın değerli 57 ülkesi,

İslam İşbirliği Teşkilatı dört kıtaya yayılmış 57 üyesi ile Birleşmiş Milletlerden sonra dünyada kurulmuş ikinci büyük örgüttür. Hatta daha ilginci bu teşkilat, işgal altındaki Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’nın yakılması olayının ardından 25 Eylül 1969 günü Fas Krallığı’nın Rabat şehrinde gerçekleştirilen tarihi zirve kararıyla kurulmuştur. Daha da ilginci “Filistin ve Kudüs İşleri Dairesi” bu teşkilat içerisinde büyük bir daire olarak kurulmuş ve Filistin davasına ayrıca önem verilmiştir.

Fakat siz değerli üyelere en ilginç şeyi söyleyeyim. Mescid-i Aksa için kurulan ve ayrıcalıklı departman kurulan hatta Filistin’in de üye olduğu bu teşkilat, İsrail’in günlerdir sürdürdüğü katliamı engelleyememiştir. Binlerce şehit edilen sivil için bir şeyler yapamamıştır.

İslam İşbirliği Teşkilatı, Filistin halkını İsrail’in katliamına terk etmiştir. Türkiye hariç 56 İslam ülkesi Amerika’nın şımarık çocuğu olan İsrail’e karşı direnememiştir. Ancak İsrail Başbakan’ı Netanyahu, ABD Kongresi’ne girişte Temsilciler Meclisi üyelerince Rashida Tlaib hanım hariç herkes ayakta alkışlamıştır. İsrail’in katilliğini alkışlamakta en az katiller kadar Filistin’deki katliama ortak olmak demektir. Bu nedenle ABD Kongresinde, Netanyahu başta olmak üzere onu alkışlayanlarda savaş suçlusu olarak yargılanmalılardır.

İslam İşbirliği Teşkilatı’nın değerli üyeleri İslam’a ve ona inan müminlere savaş açıldığında kâfirler topluluğunun nasıl birleştiğini görüyorsunuz.

56 İslam ülkesi neden birleşip Filistin’e sahip çıkmıyor? Halbuki inandığımız Kur’an Kerim’de Yüce Allah biz inananlara Enfal Sûresi ile şöyle seslenmedi mi?

“Ey İnananlar, eğer bir düşmanla karşılaşacak olursanız başarıya ulaşmanız için direnin ve Allah’ı çok anın, Allah’a ve elçisine itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Yoksa içinize korku düşer ve gücünüz gider. Ey, inananlar inkâr edenlerin güçlü ordusu ile karşılaşacak olursanız sakın onlara arkanızı dönüp kaçmayın.”

Yine Tevbe Sûresi 36. Ayette şöyle buyrulmaktadır: “Nasıl Allah’a ortak koşanlar size karşı birlikte savaşıyorlarsa sizde onlara karşı birlikte savaşın ve bilin ki Allah sakınanlarla birliktedir.”

Az önce Kur’an-ı Kerim’den yazdığım ayetler başta olmak üzere şimdi yazacağım Tevbe Sûresi 38. Ayet tam da İslam İşbirliği Teşkilatı’nı anlatmaktadır: “Ey İnananlar, Size ne oldu ki Allah yolunda topluca savaşa çıkın denildiğinde yere çakılıp kaldınız? Yoksa ahireti bırakıp dünya hayatını mı tercih ettiniz? Oysa dünya hayatının nimetleri ahirete göre çok azdır.”

Değerli İslam İşbirliği Teşkilatı’nın üyeleri birbirinizle çekişmeyin, ülkelerinizi emperyalizme peşkeş çekmeyin. Modern sömürgecilere karşı boyun eğmeyin. Tarihte yaptığınız hataları yapmayın ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin etrafında birleşerek zalimler topluluğuna karşı birlikte mücadele edin.

Bu çağrımı ve dünya ne de sizler karşılıksız bırakmayın.

Muhakkak Allah her şeyi gören ve işitendir. Bu dünya hayatının geçici ahiretin ise ebedi olduğunu unutmayın. Allah’ın rızası için mazlumların yanında olun.

Tarih Bilim Uzmanı Kubilay Muhammet Özdemir

                                                                  Türkiye / İstanbul

 

 

AMERİKAN BAŞKANI JOE BİDEN’İN EŞİ JİLL BİDEN HANIMEFENDİYE AÇIK MEKTUP

 

Sayın Bayan Biden,

Size Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde yaşayan bir tarihçi olarak bu açık mektubum ile sesleniyorum. Lütfen sesime kayıtsız kalmayınız. Size bu mektubumu yazma amacım tamamen sizin annelik duygularınıza hitap etmek içindir. Annelik duygularınıza hitap etmemin sebebi İsrail’in aylardır Filistin’de sürdürmekte olduğu soykırımdan dolayıdır. Çünkü bu soykırımda binlerce masum sivil ve bu sivillerin içerisinde binlerce masum çocuk katledilmiş ve halen bu katliam bütün hızıyla sürmektedir.

 

Lütfen bir anne olarak düşünün ve vicdanınızın sesini dinleyin. Hangi anne dokuz ay boyunca karnında taşıdığı ve büyük zorluklarla dünyaya getirdiği çocuğunun yaşamını yitirmesini görmek ister. Size soruyorum bir anne olarak böyle bir acı yaşamak ister misiniz?  

 

Kendi evlatlarınızın bir terör devleti tarafından uçaklardan atılan bombalarla veya sözde askerlerin açtıkları ateş ile hayattan koparılmasını görmek ister misiniz? Bence çocuklarını seven bir anne olarak bu soruma cevabınız hayır olacaktır. Onun için Filistinli anneleri de düşünmenizi ve empati yaparak kendinizi biran için olsun onların yerine koymanızı rica ediyorum.

 

Siz bir anne olarak “Anne veya First Lady Diplomasisi” yürüterek bu savaşın durmasını engelleyebilirsiniz. Filistinli bebeklerin ve çocukların ölmesini engelleyebilirsiniz. Dünyada hiçbir güç yoktur ki anne şefkatinden daha büyük bir güç olmasın.

 

Bu nedenle size bu mektubu kaleme alıyor ve çağrıma sessiz kalmayacağınızı ümit ediyorum.

 

Tarih Bilim Uzmanı Kubilay Muhammet Özdemir

                                                               Türkiye / İstanbul

ORTADOĞU’DA İT DALAŞI

Yazımın başlığı aslında İsrail ile İran’a çok güzel uyuyor. Çünkü Ortadoğu’da ikisi de it dalaşından başka bir şey yapmıyor. Çünkü ikisi de Ortadoğu’daki varlıklarını birbirlerine borçlular. İsrail bölgenin hâkimi benim derken İran’a kafa tutuyor. İran’da elindeki nükleer gücü kullanarak bölgeye gözdağı veriyor. Bunun içinde İsrail’e herhangi bir zarar vermeyen hava saldırıları yaparak bölgeye İran’dan başka kimse İsrail’e saldıramaz mesajı veriyor.  

Bu nedenle iki devlette birbirleri ile mücadele halindeymiş gibi gözüküp iki devlette yapacakları hamleleri perdelemekte başarılı oluyor.


Ancak her şeyi geçtim. En hazini bu zamana kadar Müslüman ülkelerin tamamının birleşip İsrail’i durduramamasıdır. Her gün kurşunlanan, başına bomba atılan ve kaderine terk edilen Filistin halkına sahip çıkamamasıdır.


Peki neden Müslüman ülkelerin tamamı böyle birleşememekte? İşte en hazin soruda budur? Osmanlı İmparatorluğu bölgede gücünü kaybettikten sonra Ortadoğu’yu Fransızlar ve İngilizler paylaştı. Birçok Arap aşireti lideri de Fransızlarla ve İngilizlerle anlaşarak Osmanlı’yı sırtından vurdu. Habil’in kardeşi Kabil’i şehit etmesi, sonrasında peygamber torunu olan Hz. Hüseyin’in susuz bırakılması ve şehit edilmesiyle bu topraklara hiçbir zaman huzur gelmedi. Bu olayların üzerinden yıllar sonra bölgeye huzuru getiren Türkler ise sırtından vuruldu. Yani Müslüman ülkelerin tamamı Allah’ın ipine sarılmak yerine gavurun vaatlerine sarıldılar. Böylece Nizam-ı Âlem için uğraşan ve Allah’ın adını dünyaya yaymayı ülkü edilen din kardeşlerini bu vaatlere sattılar.


Yoksa birilerinin televizyona çıkıp başımızda halife yok. Halifeliği kaldırdılar da onun için Müslümanlar ülkelerin tamamı birleşemiyor diye ahkâm kesmesinler. Ayrıca halifelik kaldırılmadı. Halifeliğin yetkileri Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne devredildi. En son halifelik makamı Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne geçtiğine göre ve yetkileri de meclise devredildiğine göre meclis isterse kendi içerisinden birisini halife seçebilir. Ancak bu zamana kadar böyle bir şeye lüzum görülmemiştir.


Fakat Türkiye eski Türkiye değil. Türkiye, Müslüman ülkeler başta olmak üzere birçok devlet ve o devletlerin bulunduğu kıta ve bölgelerle ilgilenmektedir. Günümüzde çok büyük bir diplomasi ağına sahiptir. Müslüman ülkeler içerisinde en saygını ve en güçlüsüdür. Hem siyaseten hem ekonomik hem de askeri güç unsuru olarak görmezlikten gelinebilecek bir ülke değildir. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni uluslararası arenada en iyi şekilde temsil eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde birleşebilirlerdi. Fakat Ortadoğu ülkeleri Türkiye etrafından birleşmek şöyle dursun, Türkiye’nin terörle mücadele için yapmış olduğu sınır ötesi harekâtlara ilk başta karşı çıkıp kınamışlardır.


Bu nedenle Müslüman ülkelerin tamamının birleşememesinin Türkiye’nin cumhuriyet rejimine geçmesiyle veya halifeliğin yetkilerinin meclise devredilmesiyle bir alakası yoktur. Tamamen bu ülkelerin emperyalizmin maşası olmasıyla alakalı bir durumdur. Bu nedenle bu ülkeler bir gün emperyalizmin maşası olmaktan kurtulur ve Türkiye’nin liderliğinde birleşirlerse o zaman Filistin’de Doğu Türkistan’da ve dünyadaki zulüm gören bütün Müslümanlar kurtulacaktır.     

16 Kasım 2023 Perşembe

ISRAEL IS A STATE OF TERROR

 

Even war has morality, honor and dignity. For example, women, children, the elderly, in short, civilians are not touched. Then places such as hospitals, places of worship and schools are not hit. However, Israel continues its attacks on Palestine completely contrary to the laws of war and immorally. Israel is hitting civilian settlements, as well as hospitals, places of worship and schools. He is literally committing massacre and genocide in the  the eyes of the world. As usual, the United Nations remains silent about this genocide by playing the three monkeys. On top of that, the USA supports Israel's crime against humanity.

Israel added a new one to its massacres. It has  recently hit a hospital. He martyred hundreds of innocent Palestinian babies and children there. Has  humanity and law of war fits into this? The blood thousands of innocent people has been on Israel's hands for years and it is very civilized! America and Europe have  remained  silent about this. (Except a few countries)

The line "Civilization is a monster with only one tooth left" written by Mehmet Akif in our National Anthem immediately comes to mind. It really is, isn't it? Weren't those who were massacrers and barbarians always those who said they would spread so-called civilization to the world?

But for some reason, it is the Muslims and their states who are the so-called barbarians and terrorists. If this is not hypocrisy, what is?

When we look at history, there was blood and tears everywhere Europe occupied, from the newly discovered continents to the 19th century. Didn't the Portuguese and Spanish subject the Inca and Aztec Civilizations and Native Americans to genocide when they discovered America? Didn't France and England subject black people to genocide in Africa? Didn't the Allied Powers, especially the Greeks, subject the Turks to genocide when they invaded Anatolia? And didn't the Greek army disembowel pregnant women alive and bet on whether the child would be a boy or a girl? Didn't they attempt harassment and rape? There is no need to go back too far. When the USA invaded Iraq, didn't American soldiers torture thousands of Iraqis, rape their women and subject them to genocide? Again, aren't the Chinese still committing both ethnic and cultural genocide against the Turks in East Turkestan? Again, in Arakan, aren't Arakanese Muslims being subjected to genocide by Buddhists by burning them alive and torturing them?

But for some reason, these so-called civilized people don't do these things. Muslims do everything, right? Our religion, our nation and our ancestors certainly committed genocide. Nor did it force people to break away from their religion, language and culture. He always approached with tolerance.

I do not allow so-called civilized states that commit so much genocide and act like three monkeys to talk about Turkish history and Islam. Those who speak ill of Turks and Islam should  look at their own history firstly  and the oppression they committed.

Masjid al-Aqsa is the first qibla of Muslims. For this reason, it is important for the Turks and the entire Islamic world. For this reason, Israel should be trialed in the International Criminal Court for these unlawful attacks against civilians. But Europe should not play the three monkeys. There is a genocide going on. Genocide is a crime under international law. History and today's states cannot ignore this crime. History and humanity will not forgive those who continue to ignore. Most importantly, all Muslim states must wake up and unite around the Republic of Turkey and not make the same mistakes their ancestors made against the Turkish state in history.

Finally, I would like to say that one day Israel will answer to history and humanity for its inhumane massacres.

 

26 Ekim 2023 Perşembe

İSRAİL BİR TERÖR DEVLETİDİR

 

Savaşın bile bir ahlakı, şerefi ve haysiyeti vardır. Mesela kadınlara, çocuklara, yaşlılara kısacası sivillere dokunulmaz. Sonra hastane, ibadethane ve okul gibi yerler vurulmaz. Ancak İsrail, Filistin’e olan saldırılarını tamamen savaş hukukuna aykırı olarak ve ahlaksızca sürdürüyor. İsrail sivil yerleşim yerleri başta olmak üzere hastaneleri, ibadethaneleri ve okul gibi yerleri de vuruyor. Dünyanın gözü önünde resmen katliam ve soykırım yapıyor. Her zamanki gibi Birleşmiş Milletler de yapılan bu soykırıma üç maymunu oynayarak susuyor. Üstüne bir de ABD, İsrail’in yaptığı insanlık suçuna destek veriyor.

İsrail yaptığı katliamlara bir yenisi daha ekledi. Geçenlerde bir hastaneyi vurdu. Orada masum yüzlerce Filistinli bebekleri ve çocukları şehit etti. Bu hangi insanlığa ve hangi savaş hukukuna sığar. Yüzlerce binlerce masumun kanı yıllardır İsrail’in ellerinde ve o çok medeni! Olan Amerika ve Avrupa buna sessiz kalıyor. ( Birkaç ülke hariç)

Akıllara hemen Mehmet Akif’in İstiklal Marşımızda yazdığı “Medeniyet Dediğin Tek Dişi Kalmış Canavar” dizesi geliyor. Gerçekten de öyle değil mi? Katliamcı olanlar barbar olanlar hep dünyaya sözde medeniyeti yayacağım diyenler değil miydi?

Fakat ne hikmetse sözde barbar olan terörist olan Müslümanlar ve onların devletleri oluyor. Bu ikiyüzlülük değil de nedir?

Tarihe baktığımızda Avrupa’nın yeni keşfettikleri kıtalardan tutun da 19. Yüzyıla kadar işgal ettikleri her yerde kan ve gözyaşı olmuştur. Portekizliler, İspanyalılar Amerika’yı keşfettiğinde İnka ve Aztek Medeniyetini ve Kızılderilileri soykırıma tabi tutmadılar mı? Fransa ve İngiltere’de Afrika’da siyahileri soykırıma tabi tutmadı mı? Yunanlılar başta olmak üzere itilaf devletleri Anadolu’yu işgal ettiklerinde Türkleri soykırıma tabi tutmadı mı? Ve yine Yunan ordusu hamile kadınların karınlarını canlı canlı deşerek çocuk erkek mi kız mı olacak diye iddialaşmadılar mı? Taciz ve tecavüz girişimlerinde bulunmadılar mı? Fazla uzak bir tarihe gitmeye gerek yok. ABD, Irak’ı işgal ettiğinde Amerikalı askerler binlerce Iraklıya işkence yaparak kadınlara tecavüz ederek onları soykırıma tabi tutmadı mı? Yine Çinliler, Doğu Türkistan’da Türklere halen hem etnik hem de kültürel soykırım yapmıyor mu? Yine Arakan’da, Arakanlı Müslümanlar, Budistler tarafından canlı canlı yakılarak, işkenceler edilerek soykırıma uğramıyor mu?

Ama nedense bunları bu sözde medeni geçinenler yapmıyor. Her şeyi Müslümanlar yapıyor öyle mi? Bizim dinimiz bizim milletimiz ve atalarımız kesinlikle ne soykırım yapmıştır. Ne de insanlara zorla dininden, dilinden ve kültüründen koparmıştır. Her zaman hoşgörü ile yaklaşmıştır.

Bu kadar soykırımcılık yapıp üstüne bir de üç maymunu oynayan sözde medeni geçinen devletlere Türk tarihine ve İslam’a laf ettirmem. Türklere ve İslam’a laf edenler önce kendi tarihlere ve yaptıkları zulümlere baksın.

Mescid-i Aksa, Müslümanların ilk kıblesidir. Bu sebeple başta Türkler ve bütün İslam âlemi için önemlidir. Bu nedenle İsrail sivillere karşı yaptığı bu hukuksuz saldırılar karşısında Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanmalıdır. Ancak Avrupa üç maymunu oynamamalıdır. Ortada bir soykırım vardır. Soykırım uluslararası hukukta suçtur. Tarih ve günümüz devletleri bu suçu görmemezlikten gelemez. Görmemezlikten gelmeye devam edenleri ise tarih ve insanlık affetmez. En önemlisi ise bütün Müslüman devletlerin uyanması ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti etrafında tek yürek olması ve tarihte de Türk devletine karşı atalarının yaptıkları hatayı yapmamaları lazımdır.

Son olarak şunu ifade etmek istiyorum ki İsrail bir gün bu yaptığı insanlık dışı katliamlarının hesabını tarih ve insanlık karşısında verecektir.


Diğer Yayınlar