Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, uluslararası satranç tahtasında bir hamleyle daha gündeme
geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Rusya Devlet Başkanı Vlademir Putin ile
gerçekleştirdiği telefon görüşmesi, sadece iki liderin diyaloğu değil; aynı
zamanda Türkiye’nin jeopolitik stratejisini yeniden belirleme çabasıdır.
Ukrayna’daki savaşın geldiği nokta ve Karadeniz’deki stratejik dengeler ayrıca
tahıl koridorunun geleceği gibi başlıklar, bu görüşmelerin ana maddelerini
oluşturmaktadır. Peki, Türkiye bu uluslararası satrançta arabulucu mu, yoksa
yeni bir bölgesel aktör mü?
Aslına
bakıldığında Türkiye, Karadeniz’in dalgaları arasında bir denge gemisi gibi
ilerliyor. Ne Batı’nın rüzgârına tam yelken açıyor ne de Doğu’nun limanına
demir atıyor. Erdoğan – Putin görüşmesi Türkiye’nin stratejisini yeniden
belirleme amacı olabilir. Ancak mesele yalnızca diplomatik temas değil; bu
temasın arkasında yatan tarihsel hafıza, jeopolitik refleks ve medeniyet
iddiası göz ardı edilemez. Bu nedenle Türkiye, sadece bir aktör değil, aynı
zamanda bölgesel güç olduğu iddiasını yeniden hatırlatıyor.
Kanaatimce
iki liderin görüşmesinden şu anlam ortaya çıkmaktadır:
Rusya’nın
Avrasyacı stratejisi ile Türkiye’nin çok eksenli dış politika stratejisi sahada
zaman zaman benzerlik gösterse de özünde farklı bir bakış açısına dayanır. Bu
nedenle Türkiye, kendi tarihsel derinliğini ve bölgesel sorumluluğunu merkeze
alarak ne bir denge unsuru ne de bir tampon bölge konumunda olmakla yetinmek
istemiyor. Böylece Türkiye “tampon bölge” değil bölgesel güç yani “stratejik
güç” olma iddiasını pekiştirmek istiyor.
Ancak
bu iddiaların gerçekleşmesi yalnızca diplomasiyle değil, içerideki zihinsel berraklıkla
mümkündür. Türkiye’nin dış politikadaki stratejilerini uygulayabilmesi için
öncelikle içerideki zihniyet ile örtüşmesi ayrıca tarihsel sorumluluk
bilincinin oluşturulmasıyla birlikte kamuoyu desteği bu sürece anlam kazandırır.
Aksi hâlde, görüşmeler yalnızca protokol fotoğraflarına indirgenir; oysa
mesele, fotoğrafın arkasındaki fikri çerçeveyi inşa etmektir.
Türkiye
gücünü uluslararası arenada ispatlamaya çalışmakla birlikte son yıllarda dış
politikasını sadece güvenlik eksenli olarak değil aynı zamanda fikirsel
derinliği olan stratejik bir diplomasi metoduyla da şekillendirmeye
çalışmaktadır.
Dolasıyla
bu temas Türkiye’nin bölgesel konumunu yeniden tanımlama ve aktifleştirme
çabasının yanında güncel bir dış politika vizyonunun yansımasıdır. Bu nedenle
mesele yalnızca diplomatik denge değil; strateji üretme kapasitesiyle bölgesel
güç olarak “ben de varım” diyerek sahada var olmaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder